Sevgi bugünün konusu.
Bulması zor, saklaması,koruması zor ama kaybetmesi kolay olan sevgi. Emek ister sevgi, fedekarlık, şevkat.Sevginin yerini doldurabileceğini düşündüğümüz çok şey var günümüzde. Ona yani adlar yakıştırıyoruz. Bu kelimeleri, diğer bir çok kelime gibi, anlamını bile bilmeden fütursuzca kullanıyoruz hayatımızın her anında. Market raflarında hızlı tüketim ürünleri oldu sanki sevgiler. İlişkilerdeki son sözler artık başlangıç oldu. Çin malı taklitleri piyasayı sarmış sanki ve ilk darbede yok ediyor kendisini ve yenisini almak tamir etmekten daha kolay ve mantıklı. Daha da ağırı ağızda ki sakıza döndü sevgi,aşk çiğnenip atılan.
İlk sevgimin tılsımını ,ilk aşkımın sıcaklığını hatırladım zamanın dinginliğnde. Çocuktum ama zordu sevgiyi söylemek her anında . Elini tutmak ne mümkün. Onu uzaktan sevmek en güzeliydi sevmelerin. Plotonik sevmek buydu adı yoktu sevgilinin, ama sevgisi vardı. Saf ve yalın.
İlk aşkım , Üniversitenin yollarında çıktı karşıma . Hayranlık aşka dönüştüğü anda yine suskunluk hakimdi. Gözler ve beden dili aldı kelimelerin yerini. Suskunluk mühürledi aşkı kalbin içine ve büyüttü benliğinde. Sorgulamaları bile sessizdi gönlümün, içe alkan gözyaşlarıyla. Hüzünleri kor yaptı çeliğe su katmak için. Özlemi, hüznü katık yaptı gecelerine ve açtı yelkenlerini sevgi denizine.
Hayat hep bana Keçiboynuzu hatırlatmıştır(Harnup) Öyle yalın öyle sert bir yapısı vardır ki ne olduğunu anlamaz insan veya yenilesi gelmez. Ama o koku, bedeninden yayılan o koku, çezbeder insanı kendine. Hayatın bu yemişle ortak yanları inanılmaz boyutlarda keciboynuzunun odunsu yapısı kendi içerisinde gizli minik bal hüzmelerini barındırır. Bu bal damlacıklarını yiyebilmek için büyük miktarda odunumsu tadı olan bölümünden yemek gerekir. Kimi zaman sert kırılması imkansız çekirdeği ile tanışır dişiniz ve vay halinize. Keçiboynuzu her zaman bal tanesi içerecek diye bir kuralda yok. Kurudur içi bazılarının sevgisizlikten bal üretememiş veya geçen zaman kurutmuştur özünü. Hayat ta böyle değilmi ….bazı şanslılar dışında hayatımızın çoğunda odun ağırlıklı bir menümüz var. İçindeki bal taneleri ise aşklarımız, sevdiklerimiz, dostlarımız. Bunları tüketmediğmiz sürece mutluyuz anılarımız olduğu sürece ve bunlara yenilerini ekleyebilecek şanşlarımız, umutlarımız olduğu sürece mutluyuz.
Şans insanın kapısını kaç kere çalar. Çaldığında ise, geçmiş tecrübelerimiz veya tecrübesizliğimiz bizi bu şansları kullanmak konusunda nasıl etkiler.
Bir bardak suyu düşünürüm bu anlarda. Tertemiz bir bardağın için renksiz, kokusuz berrak bir bardak su. Geçmiş tecrübeleriniz bu bardağı içip içmemek konusunda size ne kadar yönlendirici olabilir veya tecrübesizliğiniz ne kadar teşvik edici.
Geçmişinizde bu tür bir bardaktan içilen suyun kötü tadı sizi ne kadar süre ile içmemeniz konusunda engel olabilir. Susuzluğa ne kadar dayanabildiğinizle ilgili bu. Sorun susuzluğunuz hat safhaya ulaştığınızda bardak aynı olmasına rağmen aynı suyu karşınızda bulup bulmadığınız.
Bence tüm önyargılardan arınıp suyun tadına bakmalaı insan. Tadına bakmaktan her insanın anladığı veya alğıladığı kapasitesiyle ilgili. Kipi dudaklarının ucunu dokudurp tadını alıp karar verir kimizi ise son damlada tadını algılar. Geçmiş tecrübeleriniz, ruh haliniz bu algılamadaki temel öğe.
İlişkilerdede ,bariz göstergeleri açıkca sergileyen insanlar hariç, ki bunları belli bir süre gözlemleyip yalın hallerine göre değerlendirmek en doğrusu(Musluğu açtığınızda su bazen benbeyaz,klordan ve başınçtan dolayı böyledir, olan su biraz bekletilince durağan ve dingin bir su haline gelir.) bu yolu izleyebiliriz. Tabi her şeyden önce yeni bir ilişkiye hazırmıyız, isteklimiyiz sorusu sormak lazım. Cevap evetse diğer aşamay geçmek lazım yani tadıma. Bu aşamadan sonrası sizin becerinize ve algılamanıza kalmış.
Aşk, sevgi, dostluk az bulunan değerler ve bulduğunuzda elinizde tutmasını bilmekte bir çaba , özveri ve yetenek gerektiriyor. Sahip olduklarınızı elinizden geldiğince koruyun dostlarım ve kaybedince de üzüntüsünü yapıcı yönledirip sevgi denizine açılan teknenize rüzgar yapın.